Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Mustafa Nuray Namlı, stresin virüs gibi kişiden kişiye geçtiğini belirtirken, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Sema Baykara ise "koruyucu ruh sağlığı" hizmetinin önemine dikkati çekti.
Ruh sağlığı ve hastalıklarına ilişkin farkındalığı artırmak amacıyla 1992'den beri her yıl 10 Ekim'de Dünya Ruh Sağlığı Günü kutlanıyor.
Dünya Sağlık Örgütü ruh sağlığını, "kişinin kendi potansiyelini gerçekleştirdiği, stres faktörleriyle baş edebildiği, toplumda üretken ve verimli olduğu, iç denge durumunu sağladığı hali" olarak tanımlıyor.
Doç. Dr. Mustafa Nuray Namlı, AA muhabirine, ruh sağlığının bir insan için belki de en önemli sağlık bileşeni olduğunu söyledi.
Ruh sağlığının "insanı anne karnından ölümüne kadar etkileyen bir süreç" olduğunu ifade eden Namlı, ruh sağlığı bozulduğunda bedenin işleyişinin de bundan etkilendiğini, aslında bedenin merkezini ruh sağlığının oluşturduğunu kaydetti.
Sosyal çevrenin ve psikolojik geçmişin ruh sağlığına etkisini irdeleyen Namlı, "Bireysel olarak insanlar kendilerine vakit ayırmalı, boş vakitlerini dolu dolu geçirmeli, kendilerine zarar verecek insanlardan uzak durmalı. Çünkü sıkıntı ve stresin bulaşıcı bir özelliği var. Sıkıntıyı ve stresi bir virüse benzetiyorum. Bu virüs size de bulaşıyor veya sizden ailenize bulaşıyor. Ailede anne babadan çocuğa veya çocuktan anne babaya geçebiliyor. Onun için kendimize vakit ayırıp, boş vakitlerimizi değerlendirmek, hobiler geliştirmek, olumlu şeylere odaklanıp hayatımızdaki olumlu şeyleri görmek bizi daha mutlu edecektir." diye konuştu.
Daha sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için çaba gösterilmesi gerektiğinin altını çizen Namlı, çocukların hal ve hareketlerinde veya çevresinde bir rahatsızlık olup olmadığına ebeveynlerin dikkat etmesi tavsiyesinde bulundu.
Doç. Dr. Namlı, "Bütün rahatsızlıklar için önleyici tedbirler her zaman en başta gelir, bu özellikle psikiyatride daha ön plandadır. Kişi hastalanmadan önce daha dikkatli olup hastalığa davetiye çıkartmaması lazım. Belli bir noktaya kadar kendi iradesindedir ama bazı rahatsızlıklar siz istediğiniz kadar gayret edin, biyolojik bir zemininiz varsa rahatsızlanabilirsiniz. Bu da doğal bir şey. Yapılan çalışmalar, istatistiki olarak insanların yüzde 20-25'inin ruhsal bir rahatsızlık geçirdiğini ispatlamış." ifadelerini kullandı.
Psikiyatrik rahatsızlıkla suçun ilişkisi
İstanbul'da 19 yaşındaki Semih Çelik'in aynı yaştaki iki kadını öldürdükten sonra intihar ettiği olayı değerlendiren Namlı, ne kadar çok gösterilir ve anlatılırsa suçun toplumda o denli infial ve korku yaratacağını, üçüncü kişilerde suçu öğrenme durumunun gelişebileceğini belirtti.
Dengeli bir politika izlenmesi gerektiğine işaret eden Namlı, şöyle konuştu:
"Suçu küçümsememek, takip etmek, eğer bir rahatsızlık varsa tedavi etmek ve hakkıyla cezalandırmak lazım. Ama bizim bu süreçte gördüğümüz şey suçu bir hastalıkla da ilintilendirmek. Bu çok da doğru değil, özellikle psikiyatrik rahatsızlıklarda. Çünkü psikiyatrik rahatsızlığı olan insanlar bu anlamda damgalanıyorlar veya psikiyatrik tedavi görmek istemiyorlar. 'Her psikiyatrik tedavi gören suçludur' veya 'her suçlunun psikiyatrik rahatsızlığı vardır' algısı tamamen yanlış. Bu, suçu biraz kolaya indirgemek oluyor. Yapılan çalışmalarda psikiyatrik tedavi gören, ruhsal rahatsızlığı olan veya yatarak tedavi gören insanlar ile psikiyatrik tedavi görmeyen, hastanelerde yatmayan insanlar arasında suç oranında bir farklılık yok. 'Eğer bir kişi suç işlemişse bunun mutlaka bir psikiyatrik rahatsızlığı vardır' demek bu işin kolaycılığı ve bununla birlikte diğer psikiyatrik tedavi gören veya ruh sağlığı bozuk olan kişilere büyük bir yük yüklemekte, var olan damgalanmayı daha da artırmaktadır."
En çok 15-25 yaş grubu etkileniyor
Doç. Dr. Sema Baykara ise Dünya Sağlık Örgütünün "iyilik hali"ni tanımlarken bedensel ve ruhsal açıdan iyi olma halini bir bütün olarak ele aldığını, dolayısıyla ruh sağlığının genel sağlıktan ayrılamayacağını söyledi.
Ruhsal rahatsızlıklardan özellikle 15-25 yaş grubunun etkilendiğini vurgulayan Baykara, "Psikolojik hastalıklar daha çok bu dönemde ortaya çıkar. Bu yaş grubuna hitap eden eğitim programlarımızın olması ve onların bu konuya farkındalığının arttırılması çok önemli. 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Gününün kutlanması da ruh sağlığına olan farkındalığa dikkat çekmek ve bununla ilgili neler yapılabileceğini anlatmak gibi amaçlarla planlanmıştır." dedi.
Dünyayı etkileyen koronavirüs salgını ile Türkiye'de 11 ilde yıkıma yol açan depremler sonrası "koruyucu ruh sağlığı" hizmeti vermeye başladıklarını aktaran Baykara, büyük stres faktörü yaşamış insanlara birtakım psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmadan önce destek olmaya çalıştıklarını dile getirdi.
Travma sonrası stres bozukluğu ya da akut stres bozukluğu ortaya çıkma ihtimalinin yüzde 20 olduğunu belirten Baykara, "100 kişi travmaya maruz kalıyorsa yaklaşık 15 ile 20'sinde bu bozukluk ortaya çıkıyor. Bu tabii çok çeşitli faktörlerden etkileniyor, kişinin ruhsal yapısı, daha önce travmaya maruz kalması, kalmaması gibi. Aynı zamanda kişinin travmaya maruz kaldığında ve sonraki dönemde sahip olduğu destek, ulaşabildiği imkanlar ve kendini daha iyi hissedebilmesi de travmanın ortaya çıkmasında veya çıkmamasında belirleyici oluyor. Dolayısıyla 'koruyucu ruh sağlığı' faaliyetleri, çok önemli bir rol oynuyor." diye konuştu.
Psikiyatri hastalarının en çok damgalanmaya maruz kalan hasta grubu olduğuna dikkati çeken Baykara, şunları kaydetti:
"Bunlar kendi kendilerini de damgalayabiliyor, aileleri ve toplum tarafından da damgalanabiliyor. Dolayısıyla yardıma ulaşmadaki istekleri en başta ortadan kalkmış oluyor. Ya da bir ruh sağlığı profesyoneline ulaşsa bile sonrasında tedavi veya yardım alma noktasında çok isteksiz davranabiliyorlar. Bizim hasta grubumuz yüzde 60-70 civarında tedaviyi en kısa zamanda bırakan bir hasta grubu. Bunda da en çok rol alan faktörlerden biri damgalanma. Dolayısıyla bugünün önemini konuşurken, damgalanmanın ne demek olduğunu, toplum üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu ve tedaviyi nasıl olumsuz etkilediğini de konuşmak gerekir."