Basın Platformunun düzenlediği ve ŞOK Gazetesi olarak katıldığımız Mardin, Siirt ve Şanlıurfa Çalıştayı’nın ardından, bölgenin tarihi ve turistik değerlerini yerinde inceleme fırsatı bulduk. Bu eşsiz kültürel yolculukta siz okuyucularımız için önemli detayları kaleme aldık. Anadolu'nun bu kadim şehirleri, binlerce yıllık geçmişi ve özgün kültürel dokusuyla büyüleyici bir deneyim sunuyor. Mardin ve Siirt bölgesini daha önceki yazılarımızda anlattık. Şimdi sıra Şanlıurfa’da… Kim bilir belki bir gün siz de bu şehirleri ziyaret eder ve binlerce yıllık tarihe tanıklık edersiniz.
Şanlıurfa, Göbeklitepe’den Balıklıgöl’e kadar uzanan zenginlikler… Göbeklitepe’nin eşsiz atmosferi ve Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan mağaranın maneviyatı…
TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN TAPINAK NASIL KEŞFEDİLDİ?
Göbeklitepe, son yıllarda tarih meraklılarının ve arkeologların ilgisini çeken önemli bir alan. Bunun nedeni, Göbeklitepe'nin nasıl bulunduğuyla ve kazı çalışmalarının başlangıç tarihiyle yakından ilişkili. Bu antik tapınma merkezi, 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversiteleri tarafından gerçekleştirilen "Güneydoğu Anadolu Araştırma Projesi" sırasında keşfedildi. Ancak asıl kazı çalışmaları 1995 yılında, Şanlıurfa Müzesi'nin başkanlığında başladı. 1983’te bir çiftçi tarafından bulunan oyma taş, Göbeklitepe'nin erken buluntularından biriydi. 2007'de ise kazı başkanlığına Klaus Schmidt getirildi. Dünyanın en eski inanç merkezi olarak kabul edilen Göbeklitepe, 12 bin yıllık geçmişiyle dünya tarihini derinden etkileyen bir kült merkezi. 2018'de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen bu eşsiz arkeolojik alan, dönemin dini ritüellerinin avcı-toplayıcı toplumların yerleşik hayata geçişindeki önemini ortaya koyuyor. Ayrıca, Türkiye'de 2019’un "Göbeklitepe Yılı" ilan edilmesi, bu keşfin uluslararası düzeyde tanınmasına büyük katkı sağladı.
DÜNYANIN EN ESKİ TAPINMA MERKEZİ
Göbeklitepe’nin en dikkat çeken yapılarından biri, çapı 6 metreye ve ağırlığı 40 tona ulaşan ‘T’ şeklindeki anıtsal dikilitaşlar (Steller). Çoğu insan, hayvan ve soyut sembollerin işlendiği bu taşlar, dairesel bir düzende sıralanarak kapalı alanlar oluşturuyor. Ortadaki büyük dikilitaş çifti ve etrafındaki diğer taşlar, bu yapıların kutsal bir amaçla kullanıldığını düşündürüyor. Prof. Dr. Klaus Schmidt tarafından 1995’te başlatılan kazılar, Göbeklitepe’nin sadece küçük bir kısmını gün yüzüne çıkarmış; jeomanyetik ölçümler, alanda en az 20 dairesel yapı olduğunu gösteriyor.
GİZEMLİ GEÇMİŞİ
Göbeklitepe, tarihin bilinen en eski ve en büyük tapınak yapılarından biridir. Devasa sütunlar ve üst üste dizilmiş ağır taşlardan oluşan bu yapının inşa süreci, o dönemde el arabası gibi aletlerin olmaması nedeniyle hâlâ birçok gizem barındırıyor. Tapınağı oluşturan taşların taşınabilmesi için muhtemelen çok sayıda insan ve yük hayvanının gücünden yararlanıldığı düşünülüyor. Sütunların yüzeyinde yer alan hayvan figürü kabartmaları ise, kesinlikle çağının ötesinde bir sanatsal yetenek sergiliyor. Göbeklitepe, insanların avcı-toplayıcı yaşam tarzı sürdürdüğü dönemde bile sistematik toplantılar düzenlediklerini kanıtlayan, ancak ne amaçla kullanıldığı hala tam olarak anlaşılamayan antik bir yapı olma özelliği taşıyor.
İNSANLIK TARİHİNİ YENİDEN YAZIYOR
Göbeklitepe’nin bulunduğu Harran Ovası’nın gizemli geçmişi, Neolitik Çağ’a dair birçok bilginin yeniden yorumlanmasına neden oldu. Geçmişin kapılarını aralayan, insanlık tarihinin sırlarını barındıran bir hazine. Yapıların sanat ve tapınma işlevi dışında başka amaçla kullanılmamış olması, insanlık tarihindeki ilk inanç merkezlerinden birinin bu bölge olduğunu kanıtlar nitelikte. Göbeklitepe kazı alanında gezinti yolu ile desteklenmiş, kapalı bir alan ile koruma altına alınmış durumda; girişteki bilgilendirme panoları ve animasyonlar ziyaretçilere zengin bir deneyim sunuyor. Ve tarih öncesi dönemden kalan bu taş devri hazinesiyle insanlık tarihini yeniden yazmaya devam ediyor, her yıl yüz binlerce ziyaretçiyi ağırlayarak geçmişin izini sürenlere benzersiz bir yolculuk vadediyor.
Peygamberler şehri Şanlıurfa denince ilk akla gelen yerlerden biri, efsanelere konu olan Balıklıgöl’dür. Balıklıgöl’ü bu denli özel yapan ise, onun ardında yatan hikâyesidir…
BALIKLI GÖL MÜCİZESİ
Efsaneye göre, Hz. İbrahim, Nemrut’un putperestlik inancına karşı çıkarak bu inancı yok etmek için mücadeleye girişir. Ancak Kral Nemrut, Hz. İbrahim’in cesaretini görünce öfkeyle ona ateşte yanmasını emreder. Hz. İbrahim ateşe atıldığında, ateş birden göle dönüşür ve ateşte yanan odunlardan balıklar meydana gelir.
AYNZELİHA
Rivayetlere göre, Hz İbrahim ateşe atılacağı zaman, Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’in dinine iman ettiğini söyleyince, babası tarafından ateşe atılır. Zeliha yanarak can verir. Daha sonra, Zeliha'nın düştüğü yerde bir göl oluşur. Bu göle de Aynzeliha (Zeliha Gölü veya Pınarı) adı verilir. Bu olaydan itibaren Balıklı Göl, kutsanmış bir yer haline gelir ve içindeki balıklara kimse dokunmaz.
NEMRUT’UN RÜYASI VE HZ. İBRAHİM’İN DOĞDUĞU MAĞARA
Rivayetlere göre, Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, günümüzde Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde, pek çok ziyaretçiyi ağırlıyor. Mağaranın içindeki suyun şifalı olduğuna inanılması ise buraya olan ilgiyi daha da artırıyor. Eski çağlardan bu yana anlatılagelen bir hikâyeye göre, Nemrut döneminin hükümdarı iken, bir gece rahatsız edici bir rüya gördü. Sabah olduğunda, rüyasını sarayın müneccimlerine anlattı. Müneccimler, rüyada gelecekte doğacak bir çocuğun Nemrut’un saltanatına son vereceğini belirtti. Bu kehanet karşısında Nemrut, o yıl doğacak tüm erkek çocukların öldürülmesini emretti. Nemrut’un askerlerinden biri olan Azer ise doğumu yaklaşan karısı Nuna Hatun’u gizlice bir mağaraya yerleştirir. Nuna Hatun Hz. İbrahim'i bu mağarada dünyaya gelir.
ŞİFALI SUYU
Hz. İbrahim'in doğduğu ve ilk 7 yılını geçirdiği mağara, bugünkü Mevlid-i Halil Cami avlusunda yer alıyor. Mağaranın içinde bulunan suyun şifalı olduğuna, pek çok hastalığa iyi geldiğine inanılıyor. Şanlıurfa’nın bu kutsal mekânına hem yurt içinden hem de yurt dışından gelen çok sayıda ziyaretçi, mağaradaki suyun manevi şifasından yararlanmak için buraya akın ediyor.
Balıklı Göl, derin efsanesi ve doğal güzellikleriyle büyüleyici bir hikâye sunuyor. Ben burada hikâyeyi yalnızca bir kısmıyla anlatıyorum; tamamını öğrenmek ve bu manevi deneyimi bizzat yaşayarak tanık olmalısınız ve mutlaka bu eşsiz yeri ziyaret etmelisiniz…