Dünyanın en güzel kentleri arasında gösterilen İstanbul’u ne yazık ki çevre sorunları tehdit ediyor. İstanbul’da hava kirliliği, su ve atık su, toprak kirliliği ve gürültü kirliliği insanların mutlu ve huzurlu yaşamasına engel oluyor.


İstanbul‘un hava kirliliği karnesinin kötü olduğu kesin olarak ifade ediliyor. Ancak amacı hava kirliliği ölçümü olan istasyonların ölçüm yapmadığı gün sayısının yüksek olması, İstanbul halkının nasıl bir hava soluduğunu bilmemizi dahi engelliyor. Sadece kirlilik limitlerini aşan günlere baktığımızda bile İstanbul‘un havasının solunabilir olmadığı görülüyor.
Sadece ön arıtmaya tabi tutularak Marmara Denizine verilen atık sular, Marmara Denizi üzerindeki baskıyı inanılmaz derecede artırıyor ve deniz ekosistemini yok ediyor.
İstanbul‘da yoğun bir şekilde sanayi kaynaklı toprak kirliliği görülüyor. Çoğu tarım arazisi kara yollarına, apartmanlara, havaalanlarına, alışveriş merkezlerine, sanayi alanlarına ve tesislere dönüştürülüyor ve tesislerin çoğu atıklarını gelişigüzel bir şekilde toprağa bırakıyor.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ YAŞANIYOR

“Türkiye’de sık sık yapılan İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması”, kamuoyunun iklim değişikliği konusunda ne düşündüğünü ve enerji tercihlerinin neler olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye çapında, 3 bin kişiyle yüz yüze yapılan anket çalışmasına göre, toplumda iklim değişikliğinin yaşandığı konusunda büyük oranda konsensüs (%86) var ve toplumun 4’te 3’ü iklim değişikliği konusunda endişeli olduğunu ifade ediyor.

Türkiye’nin enerji konusunda tercihi ise büyük oranda güneş ve rüzgâr olarak ortaya çıkıyor. İstanbul halkının yüzde 25’i iklim değişikliği konusunda çok endişeli olduğunu ifade ediyor. Bunun iki katı oran ise sadece “Endişeliyim” demekle yetiniyor. Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında bu oranların yüksek oluşu dikkat çekiyor. HABER MERKEZİ

Türkiye’de çevre sorunlarının önündeki engeller

Sorunlar alt alta yazıldığında karamsar bir tablo ortaya çıksa da, bilim insanları çözümün "imkansız" olmadığında hemfikir. Ancak kronik hale gelen bazı sorunlar, çevre konusunda çözümlere ulaşmayı daha da geciktiriyor

Başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de iklim değişikliği ve beraberinde yaşanan çevre sorunları etkili olmaya devam ediyor. Ancak çözümün önünde 4 başlık altında toplanacak sıkıntılar önemli yer oluşturuyor. Dört problem özetle şöyle:

YUMURTA KAPIYA DAYANMADAN ADIM ATILMIYOR

Bilim insanlarının ve çevre uzmanlarının bir şikayeti, çevre sorunlarında 'geri dönülmez noktaya gelinmeden önce' adım atılmıyor olması.

İklim değişikliği ve çevresel sorunlar, uzun zamana yayılabiliyor. Dolayısıyla ciddi değişimler her zaman çıplak gözle görünür olmuyor. Bir sorunun açıkça görülür hale gelmesini beklemek, bazen çözüm için geç kalınması anlamına geliyor.

YASALARDAKİ İSTİSNALAR VE ÖZEL İZİNLER

Türkiye'de çevre sorunlarının 'çözümsüz' görünmesinde, yasaların uygulanma biçimi de devreye giriyor. Zira hangi yasaların hazırlanması gerektiğini sorduğumuz uzmanlardan, "Önce mevcut yasalar hakkıyla uygulanmalı" yanıtını alıyoruz.

Ormanların korunmasını ve madencilik faaliyetlerini düzenleyen yasaların hikayesi, en dikkat çekici örnekler arasında. Türkiye'de 2001'den bu yana maden faaliyetlerini düzenleyen kanunlar 21 kez değişikliğe uğramış. 21 değişikliğin 5'i, maden izinlerini düzenleyen 7. maddeye ilişkin.

Uzmanlara göre her değişiklikte daha fazla doğa varlığı, orman ekosistemi, su varlıkları ve kültür mirası madencilik faaliyetlerine açık hale gelmiş.

Yasaların devre dışı kalmasının son örneği, 2020 yılının başında kapatılması gereken 13 kömür termik santralinin faaliyetlerini sürdürdüğünün açığa çıkması oldu.

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği'nin (İDPAD) yayınladığı "Özelleştirilmiş Termik Santraller ve Çevre Mevzuatına Uyum Süreçleri" raporuna göre, çevre mevzuatının gerektirdiği yatırımları tam olarak yapmayan, baca gazı ve vahşi atık depolama sorunlarını çözmeyen bu santrallere geçici faaliyet belgesi düzenlendi ve faaliyet göstermelerine izin verildi.

TÜKETİCİ GÜCÜNÜN FARKINDA DEĞİL

Uzmanlara göre çevre sorunlarında tüketicilerin belli konularda tavır alamaması ve bütüncül bir yaklaşımın benimsenmemesi de sorunların 'çözümsüz' kalmasında etkili oluyor.

Türkiye'nin su kaynaklarındaki sorunlara yönelik yaklaşım, bunun önemli bir örneği.

Coğrafi yapısı ve konumu itibarıyla Türkiye'nin su sorunu yaşamadığına yönelik algı, bilim insanlarına göre gerçeği yansıtmıyor.

Kişi başına düşen yıllık su miktarı 8 bin metreküpten fazla olan ülkeler su zengini, 2 bin metreküpten az olan ülkeler su kıtlığı yaşayan ülkeler ve bin metreküpten az olan ülkeler ise su fakirliği çeken ülkeler arasında yer alıyor. Devlet Su İşleri'nin (DSİ) verilerine göre Türkiye'de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 metreküp. Bu miktarla Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer alıyor.

ÇEVRE EĞİTİMİNDE EKSİKLER

Türkiye'de su döngüsünde yaşanan değişiklikler, daha az yağışlarla daha uzun süre kuraklık yaşanmasına ya da daha aşırı yağış olaylarına neden oluyor. İnsanlar, 'Ben musluğu açtığımda su geliyor' diye düşünüyorlar. Çünkü suyun nereden geldiğini de bilmiyorlar. İstanbul'da su çevre havzalardan taşınıyor "Dolaylı olarak kullandığımız su, doğrudan kullandığımızdan daha fazla. Bu kısmı görmediğimiz için gözardı ediyoruz. Tüketici olarak gücümüzün de farkına varamıyoruz. 'Akan suyu dişimizi fırçalarken kapatalım'dan öte bir gücümüz var." 

Deniz suyu sıcaklıkları zararlı bakterilerin oluşumunu tetikliyor

Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gönül Tuğrul İçemer, küresel ısınma nedeniyle artan deniz suyu sıcaklığının insan sağlığını olumsuz etkileyen bakterilerin oluşumunu artırdığını söyledi.

Antalya Körfezi'nde deniz suyu sıcaklıklarına ilişkin araştırmalar yapan İçemer, dünyada yaşanan iklim krizinin etkilerinin karalar kadar denizlerde de gözlemlendiğini anlattı.

Deniz suyunun son yıllarda aşırı derecede ısındığını belirten İçemer, "Dünyada hava sıcaklığıyla birlikte deniz suyu sıcaklığı da artıyor. 2000'li yıllarda Antalya Körfezi'nde yaptığım araştırmalarda deniz suyu sıcaklığı ortalama 26-27 derecelerde seyrederken, son yıllarda 28 ila 32 derecelere kadar yükseldi. Kıyı bölgelerde bu sıcaklık 34 dereceye bile çıkmaya başladı." diye konuştu.

İçemer, deniz suyundaki ısınmanın, çevre kirliliğiyle birleşerek kumluk alanlarda da bakteri oluşumunu artırdığına dikkati çekti.

10 GRAM KUMDA 200 İLA 60 BİN ARASINDA BAKTERİ VAR

Yapılan son araştırmalarda bu riskin oldukça açık şekilde görüldüğünü aktaran İçemer, "Özellikle kumda 'maya mantar' görülebiliyor. Kumda çocuklar taşları ağızlarına götürebiliyor, bizler havlumuzu serip oturabiliyoruz, ıslaklıkla alabiliyoruz bünyemize; dolayısıyla kadınlar için mantar riskini getiriyor. Son çalışmamızda koronavirüs dönemi ve sonrasını kapsayan 2 yılda bu riskin logaritmik boyutlara ulaştığını, binlerle ifade edilen bir rakam olduğunu gördük. Örneğin 10 gram kumda 200 ila 60 bin arasında bakteri var. Bu çok ciddi bir rakamdır." ifadelerini kullandı. AA

Kaynak: Haber Merkezi- AA